6 Haziran 2012 Çarşamba

Cenk Dereli ve Nobon

Cenk Dereli bence "herkes" in tanıdığı bir kişi ama bazı şeyleri daha içinden dinlemek/okumak istersek diye küçük bir online söyleşi. Buyrun:
Hasan Cenk Dereli, 1983 yılında İzmir'de doğdu. İzmir Bornova Anadolu Lisesi'nde kendini buldu. Malesef İzmir'den ayrılıp İstanbula gitti. Ama ne güzel ki İTÜ Mimarlık Fakültesinde, Taşkışla'da okudu. Lisans ve yüksek lisans eğitimini burada tamamladı. 2008 2011 yıllarında aynı fakültede araştırma görevlisi görevinde bulundu. Halen aynı fakültede doktora çalışmasına devam etmektedir. 


Nobon ne zaman başladı, neler yaptı yapıyor?

nobon 2007 yılında ortaya çıkan bir fikir. Birşeyler yapmak için bir zamanı beklemenin gerekmediğini, talep eden araştıran çözüm üreten, var eden, kullanan, kullandırtan karakterlerinin tümünün ben olabileceğimi düşünmemle ortaya çıktı. O yüzden nobon web sitesinde yazdığı gibi, bir şekilde anlamlı olan her şey ile ilgilenen, her şeyi var olduğunun dışındaki şekillerde okumaya meyilli, çoklu bir kişilik bozukluğudur. Çünkü yeri geldiğinde az sayıda kişi yukarıda tariflenen o çok sayıda işi yapmak zorunda, o rollere bürünmek zorundadır.

Mimarlık, endüstri ürünleri tasarımı, grafik tasarım ve yaratıcı fikir üzerine ürünler veriyor  nobon . Yaptıkları ne olduğunun ta kendisi, ne eksik ne fazla. Ama daha sonra yapacağı farklı şeyler tüm bu yaptıkları ile uyuşmayabilir, ki o da yukarıdaki tarif göz önüne alındığında çok da aykırı bir durum değil. 

Nobon'un insanları, fikirleri, medyaları bir araya getirdiğini biliyoruz, bu tür dinamikler ne tür sonuçlar doğuruyor?

Hepimiz ortamdan şikayet ediyoruz. 
Bir şekilde... 
Detaylarını siz oluşturun... 
İş alıp verme şekillerinden, sokaktaki insan hallerine, politikadan, tv programlarındaki hallere... 
Bir şeyler var etmeye hevesli biri olarak ben hep yaratma güdümü coşturacak bir ortamın hayalini kurdum. Onu bulamayınca da etrafımdakileri bu hayali paylaşmak için toparlamaya çalıştım. Üniversite 1. sınıfta, saf fikirlerle kudurarak kişileri toplamaya çalıştığımı unutmuyorum. Hatırlayanlar "Aaa" diyecektir:  DesignBugs

Şimdi bakınca yine de keyifli geliyor. 
nobon  daha kişisel birşey, ben odaklı. İnsanlara o kadar yayılan birşey değil. Belki ancak bir iki kişiye bulaşan onların da kendi ilgi alanlarınca dahil oldukları bir yapı. Ama sonuç olarak ben demek. Ve evet, aslında böyle bakınca ben bütün bunları kendim için, o aradığım ortam için yapıyorum. 
Yaptıklarım da çeşitli kişiler için görünür olma ortamı var ediyor, tanışma ortamı kuruyor, benim için yaratıcı üretimi olan insanlarla ve benden üretime dair talepleri olabilecek insanlarla tanışma fırsatı doğuruyor.

Cenk Dereli, mimar, müzisyen, radyocu, noboncu bu çok yönlü oluşun kolaylık ve zorluklarından bahsetmek ister misin?

Tüm bunlar kolaylık ya da zorlukla alakalı değil. 
Ben daha önce çok defa kendi blogumda da yazdım. 
Tüm bunlar ölüm ile ilişkimden kaynaklanıyor. Ölüm ile olan ilişkimi kendi aklımda bir başka düzeye çıkarabilirsem belki bunların herhangi birini yapmıyor olacağım. Ama benim için tüm bu içsel dürtüleri yapabiliyor olmak yaşadığımı anlatıyor bana. Ve evet, herhangi birini yapamazsam da bir diğerinin tutsaklığı yüzünden tercihim daima, o tutsak edeni yok etmek oluyor. Kendi heves duyduğum şeyleri yapmaya dair motivasyonum da buradan geliyor. Daima özgürlüğe kaçmak...

Çok da uzatmadan okunabilir olsun diye, Son soru "İzmir":), İzmir'de neler oluyor Cenk?

Türkiye'de finans sektörü acayip gelişiyor. Finans yapısal var oluş alanı arıyor kendine, o da inşaatda karşılığını buluyor. İnşaatlar yapıldığı yerle, yapanıyla, yapılma şekliyle ayrışıyor. Son 6 senenin hali bu. Sektörle beraber gazetelerin inşaat ekleri de kabarıyor. Tüm bu olanlar  Türkiye'nin en görünür, marka değeri en yüksek olan yeri üzerinden, İstanbul üzerinden yapılıyordu. Ama artık İstanbul da yetmiyor. Çünkü piyasası sıkışmaya başladı, O yüzden devlet eliyle dev yeni yayılım alanları kuruluyor İstanbul için. 

Bunun yanında Anadolu kentlerinde projeler başladı. Bunlardan en önemlisi de İzmir. Yaşamıyla, kent merkezi ve çevresiyle, sadece ona tapan, orada ya da şehir dışında yaşayan İzmirliler için değil, İzmirli olmayan herkes için de anlatılanlar yüzünden bir ütopya. 

Seksen sonrası dönemin sosyo ekonomik politikaları sonucunda hep kendi halinde kavrulmaya bırakılmış, kavruldukça da çözümsüzlüklerin biraz dibinin tuttuğu İzmir'de o kadar şey olup bitmesine rağmen, İzmir'de yaşayanlar için bile aslında İzmir'de hiçbir şey olmuyor... 
Öyle deniyor. 
Ama bir yandan da kent o hep bahsedilen, keyifli özgürlükçü ilerici ve evet kentin değerlerine sıkı sıkıya bağlı ( ki bu değerler ilericilik oluyor ) bir tutuculukla bezeli hayatını yaşıyor. Gün batımların hayat yavaşlıyor...

Merkezden desteklenen, biriken finansın yatırım niyetlerinin baskısında yerel yönetim İzmir'liye bir gelecek hayali vermek istiyor. Aslında olan bitenin temelinde bu var. Nasıl bir İzmir, İzmirliye yakışır ?. Bunun için 2009 yılında kültür kurultayı düzenliyor, ülkenin önde gelen tasarımcıları, iletişimcileri, yaratıcıları, hayal kurucuları İzmir için düşlüyor ve sonunda deniyor ki, İzmir potansiyelleri ile Tasarım ve İnovasyon kenti olmaya çok uygun. Buna dair dinamikleri harekete geçirilmeli.
2011 yılında tasarım çalıştayı yapılıyor bu doğrultuda. İzmir'deki hakim sektör temsilcileri ile gelişmeye açık potansiyel sektörler tasarım ve inovasyonu odak alan sektörel çalışmalar yapıyorlar ve tüm bunlar birer kitapçık olarak yayımlanıyor ve bazı fikirler yavaş yavaş gerçekleştiriliyor. 

2012 yılında tüm bu sürecin parçası olarak deniyor ki, İzmir eğer tasarım ve inovasyon kenti olacaksa öncelikle kent yaşantısı iyi tasarlanmış kamusal alanlarda geçmeli ve kent gelişime açık bir kent yaşantısı vizyonu koymalı kentlinin önüne. 

İşte bu doğrultuda da Körfez Kıyısı Tasarım Projesi ortaya çıkıyor. Tüm körfez kıyı alanı 4 parçaya bölünerek tasarımcı ekiplere dağıtılıyor. körfezin kendisi de bir etkinlik alanı olarak diğer bir ekip tarafından tasarlanıyor. Ben de bu ekiplerin birinde adını kollektif üretimin içinde eriten, sayıları 100 e yaklaşan diğer tüm tasarımcılardan biri olarak, sık sık İzmir'e gidip geliyorum ve bu işten bağımsız İzmir'de nobon eylemleri örgütlüyorum.

24 Mayıs 2012 Perşembe

Elbistan Evi - Mayıs 2012

Elbistan bir ülke ismi değil.
Kahramanmaraş'ın bir ilçesi karasal iklimli bir güzel yer.Dört kardeş( dört aile) ve annelerinin yazları buluşacağı tanımıyla ortaya çıkan evin şimdilik bir kaç görselini paylaşıyorum yakında projenin tamamını burada paylaşıcam. O zaman detaylı yazarım da. :D Bu yaz yapılıcak galiba heyo!





22 Mayıs 2012 Salı

I love "Him"!

Herkes İçin Mimarlık


Web sayfalarında şöyle yazıyor : "Herkes İçin Mimarlık, ülke genelinde karşılaşılan sosyal sorunlara mimarlık bağlamında çözümler üretmeyi ve mimarlık eğitimine yeni açılımlar kazandırmayı amaç edinir."  Bence biraz mütevazi bir tanımlama mimarlık eğitimine yeni açılımlar kazandırdıklarını söylemeleri, benim gibi gün içinde "ev hanımları ve patronlar için mimarlık" yapan akşamları kafasındaki tilkileri kovalayan birine hiç farketmeden yakılan bir ışık.  
Bu oldukça içten ve zahmetli işe teşebbüs eden ekibin üniversite yıllarında yaptıkları ölçek1/1 işini de severek takip ediyordum, him ise en başta ismiyle  gönlümde irtifa sahibi:).  Gezi parkı pikniklerini organize ediyorlar mesela, evet ben hiç gitmedim çünkü beden ile muhalefet oluşların gücü karşısında kendimce bahanelerim var ve biraz da korkularım;  ya bu hayal de yıkılırsa... Yine de güncel tabirle, pikniklerine sağlık! Son projeleri ise  "Atıl Köy Okulları Projesi" , linki şöyle: http://herkesicinmimarlik.org/atil-koy-okullari/
Proje sosyal bir meseleye değinmekle ondan söz etmekle bunun hakkında yazılar yazıp çizimler üretmekle kalmıyor, proje sahasında üretiliyor, kendini üretiyor. Him içimde bir umut.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Danteum, Limbo,Terragni, kafa karışıklığı...

Dante'nin meşhur epik şiiri "ilahi komedya" ya ithafen yapılması talep edilmiş bir anıt Danteum. Yapılamamış keşke yapılsaymış- bir şiirsel elem hali. Mussolini 'nin de mimarı Giuseppe Terragni'nin bir başka ilginç sorular sordurtan yapısı da "faşit yuvası:)" "Casa del fascio" yapı Como meydanında faşist evi olarak inşaa edilse dahi sanki mimar ben sosyalistim diye bağırmış gibi geliyor bana. İnsan ölçeğinde, ve oldukça mekansal geçirgenlikler barındıran bu yapıyı sevmeden edemiyorum ve bir fotoğrafını ekliyorum.

17 Mayıs 2012 Perşembe

Uşak



yarışıyoruz bakalım. :D

15 Mayıs 2012 Salı

Yeşil Ekonominin Ev Hali

Çocukken küçük ellerimi dua etmek üzere açıp, "hiç evim olmasın hep gezeyim ben" diye bir şeyler söylediğimi hatırlıyorum. Yanlış mı anlaşıldım ya da içimden geçen aynı şehrin içinde gezip durmak mıydı bilmiyorum ama İstanbul'daki 12. evime taşınmak üzere hazırlıklara başladım hem de biliyorum bu 12. ev de sonuncu değil. İçimdeki gezgine inat yerleşme meraklısı biri de yaşıyor, yerleşirken de  daha 4 ay önce taşındığım eve çilek dikiyorum, biber dikiyorum. Ev içi yeşil ekonomi beni mutlu ediyor, kompost denemelerim evi berbat kokutuyor. (beceremediğimden).Ve yine taşınıyorum domatesler ketuma emanet. Bu taşınmalar arasında yeşeren (gerçek anlamıyla) bitkilerle vedalaşmak zaruri ve zor olduğundan yeni bir yöntem geldi aklıma. Yerleşmeyle çatışan gönlüme de yeni bir yara :). Umuma şayi ve müşterek bulduğum yerlere, tıpkı  Moda sahildeki çicekçiler gibi biber dikersem eğer vedaya gerek kalmaz. Alenen kendime açtığım bu savaş sürecek, buradan da içimize selam olsun . :D

10 Mayıs 2012 Perşembe

in ingo we trust ya da ingonun ahırı

Ingo Maurer yaşını başını almış ancak hala bildiğim en baba "en ünlü" aydınlatma tasarımcısı. Hem günceli takip eden hem gelenekselle ilişkisi yoğun ingo grafik tasarım mezunu. Bazı işleri dev pahalı ama klas. Örneğin "Porca Miseria". Marketteki dandik tabak çanakla yapılan bu aydınlatma, heykel iddiasında pahalı ve aynı nispette etkili. En sevdiğim işlerinden biri de euro condom. 2009 yılında avrupa birliği buzlu cam     gibi görünen ve daha yumuşak ışık veren ampüller yasaklanınca ısıya dayanıklı elastiki bir condom  tasarlıyor. İlham verici ingo'nun ahırını seve seve geziyorum yenilerine de şerefe.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Erol Akyavaş ve Reha Erdem ve

güzeller güzeli ; yüreğim şimdi bak parmaklarımdan damlayacak.şimdi bak içimin oynaması benden rüzgâr çıkaracak.

sen. sen…senin adın var mı?

- adım, neptün olsun.

+ senin adın neptün olsun, benim de kosmos.

sol elin başımın altında olsun, sağı da beni kucaklasın.


"Kosmos", Film,  Reha Erdem

Erol Akyavaşın resimlerinde hissetiğim şeylerle örtüşen film Kosmos. 18bin alemden bahseden gerçeküstülüğü estetikle birleştiren sen aslında bensin diyen (bizce) bir film. İkilinin bende ortak hissettirdikleri, zamansız mekansız cismani ve ruhani olmayan soyut ideogramlar.

8 Mayıs 2012 Salı

Zeki Demirkubuz plus Engin Günaydın. Nefis bir uluma.
İçime işleyen bir film.
Tedavi gibi.
İçimizdeki yumurtalara ve patateslere gelsin.



 

Katsuya'ya sevgiler...

Bugün ofise Katsuya Hayakawa'ya ait bir iş geldi, kocaman etkileyici bir iş. Katsuya'nın işlerini beğendiğimi ofiste Nesrin Esirtgen'in de olduğu bir gün dile getirmiştim, işlere duyduğum heyecan ofiste hissedildi sanıyorum ki o hafta patronum ve Nesrin hanım birer iş satın aldılar bugün ofise yemekten dönüp gelince Katsuyanın dev bir işini masada görüp ilginç hislerle doldum. Tenks to evren :D http://katsumihayakawa.com/

Yeniden

Dolunay'da bir işe başlamak çok da iyi değilmiş ama ne farkeder vakti geldi sanıyorum. 3 yıl oldu bir çok iş yapıldı o arada bunlar biriktiler yazılmadılar çizilmediler, hem kendim için neler yaptım yapıyorum sorgusu olsun diye hem de paylaşmak için bunları sinkingabout'u tekrar aktive etmeye karar verdim. En son 2009 Aralık'ta birşeyler yazmışım :) Aralık 2009'dan bu yana neler yaptımı kısaca özetlemek gerekirse 2010'da İstanbul Avrupa Kültür başkenti seçildi ve o dönem severek çalıştığım imkanmekan (www.imkanmekan.org) bu kapsamda atölyeler yaptı, ekip ben ayrıldıktan sonra bir de kitap çıkardı çok da güzel bir kitap.

Aynı yıl British Council My City adlı sanat projesi için beni işe aldı 5 şehirde 5 sanat eseri uygulaması yaptık. Mark Wallinger'in Çanakkale'deki işini ise hem tasarladım hem uyguladım ancak bundan hiç bir yayında söz edilmedi hatta sanki paslı demir fikri Mark'ın mış gibi lanse edildi, Mycity'nin kendi kitabında bile. O dönem yapılan bu işlerde çabamın karşılığını hiçbir şekilde görememek bu işi duyurmamakla ilgiliydi belkide. Ancak mycity işi büyük bir deneyim ve tecrübe oldu. Çok da keyifli bir süreçti. Reklamımı yapamadım o dönem o benim ayıbım :).
Mycity döneminde sevgili Pelin Derviş'e birlikte birşeyler yapmak istediğimi söyledim, İstanbul Para-doxa kitabının sözlük bölümünü hazırlamama izin verdi, benim açımdan çok öğretici süper verimli bir zamanda aynı dönem DS mimarlıkta çalışıyordum ve bir taraftan Edirne yarışmasını yapıyorduk, çok yoğundu ama "koş yoksa düşersin" benlik bir cümle. Bu aralar koşmayı bıraktım düşmekten korkuyorum...
Mycity'nin bitmesiyle iki ay sadece boş boş Moda çay bahçesinde oturdum - harikaydı- sanırım o dönem Sertan'la (Sertan Özant) petitsomething'i (www.petitsomething.com) kurduk. 2011 yılının Ocak ayında da Kocacıklıoğlu mimarlıkta işe başladım, eşe dosta keyfi olarak bişeyler çizmenin dışında son bir yıldır sadece bu ofiste çalışıyorum sanırım.
Haftasonu sevgili Defne Önen beni mimar oluyorum atölyesini birlikte yürütmek üzere davet etti bu tekrar yazmam yapmam gerektiğini hatırlattı sanıyorum ki bu blogu açtım. böyle bişey. Bundan sonra düzenli yazmaya çizmeye çalışıcam bakalım.