25 Şubat 2008 Pazartesi

pornografi

¨... Dünya, özel hayatın bitişine, her şeyin kamusallaşmasına tanık oluyor. Bir gözlem çağı oldu yirminci yüzyıl. Yirmibirinci yüzyıl daha da öyle olacak. İletişim ve elektronik sanayi bunu getirdi. Marx, daha işler bu düzeye gelmemişken, 19. yy da 'yabancılaşma'dan söz ediyordu. Sonra Fordist üretim sistemleri girdi devreye. İnsanlar yaptıkları işe, onun mekanik boyutlarına tutsak oluyor, işiyle arasındaki bağı koparıyorlardı. Kendisi olmayarak yapıyordu önündeki işi. Şarlo'nun eleştirileri de işe yaramadı. Yirminci yüzyılın çalışma ve üretme anlayışı bizi böyle bir noktaya taşıdı. Derken, Amerikalıların öğrettiği 'ekip çalışması', işi, emeğimize yabancılaşmaktan da çıkardı, hayatımıza yabancılaşmaya sürükledi bizi. Şimdi öyle bir noktada duruyoruz işte. Gene de anlamadığım şu;

Dünya emekle birey arasındaki uyumu yakalamaya çalışıyor. Fordizm iyi kötü bitiyor. İnsanlar artık 'ev-ofis'lerde yaşayıp .alışıyorlar. Bürokratikler bu olanağı yaratıyorlar. Dileyen dilediği saatte gidiyor ofise. Yaratıcılığını, verimlilğini arttırmak için
insanların biyolojik saatlerine dikkat ediliyor. Kılık kıyafet zorunluluğu yok. Herşey bu kadar incelmişken neden açık ofiste direniliyor?

Sapkınlıklarımız içinde en acımasız ve vazgeçilmez olanı röntgenciliktir, ve yirmi birinci yüzyılın asıl meselesi pornografi olacaktır, derken galiba haklıydım...¨

Hasan Bülent Kahraman, 'Cam Odada Oturmak', s:318-319

23 Şubat 2008 Cumartesi

küçük şeyler.

"...19.yüzyılın sonunda modernist planlama çoşkusunun ilk dalgası yaşanırken, Daniel Burnham şöyle demişti;'Küçük planlarla yetinmeyin' Buna bugünün postmodernistlerinden Aldo Rossi daha alçakgönüllü bir tonla şöyle cevap verebiliyor; 'Öyleyse, mesleğimde neye özlem duyabilirdim? Büyük şeylerin olanaklılığını tarihin dışlanmış olduğunu gördüğüme göre, kuşkusuz küçük şeylere'..."

David Harvey, Postmodernliğin durumu, s:56

22 Şubat 2008 Cuma

MEKAN

Erden Kosova: Toplumsal cinsiyet sorunsalının sanatsal üretimler üzerindeki en ilginç yansımaları toplumsal mekânın kullanılması konusunda beliriyor. Aklıma özellikle Aydan Murtezaoğlu'nun kamusal alanın eril bir tahakküm altında tutulmasına ve kadın ile çocuğunun ya da ailenin bütününün kamusal üzerinde ayrılmış özel ‘enklav’lara sıkıştırılmasına baktığı işler geliyor aklıma. Bu tür bir kapanmayı görselleştirmek muhafazakârlığı yeniden mi üretiyor? Aydan’ın ‘düşsel transgresyon’larını neden eleştirel bir duruş olarak algılamayalım?

Vasıf Kortun: Mufazakârlıktan anladığım belli sanatçıların işlerinde belirgin bir biçimde görülen ve 1990’ların küstah çocuklar kuşağına gelene kadar düzen kırıcı hareketlerin görülmemesi. Muhafazakârlığın içten okunmasına ilaveten bir kadercilik olgusu var. Örneğin, Bülent Şangar’ın 16 fotoğraftan oluşan, evin yaşlısının ölümünden sonra, evin gencinin o odaya taşınmasını izlediğimiz anlatısal işinde. [Bülent Şangar, İsimsiz, 1998] Anlatı içindeki tüm ipuçları, abartılı acı imgeleri, günlük hayatın hiç bir şey olmamışcasına sürmesi, olayın tümüyle döngüsel olduğunu işaret ediyor. Evin içinden yarı açık bir kapının ardından izliyor olmamız, olan biteni paylaşmamıza neden olurken, bir yandan da bizi olayın dışına itiyor.

devamı için

hipermarket ve hipermal

...
'Geleceği önceden haber veren bir model olarak hipermarket (özellikle de ABD'de) yerleşim bölgelerinin dağılımını belirlemektedir. Oysa geleneksel çarşılar kentim tam merkezine yerleştirilerek kentliyle köylünün buluşmasını sağlardı. Hipermarket kırsal kesimle kentin ortadan kalkarak yerine köyle-kent arası bir yere (agglomeration) bırakan yeni bir taşam biçiminin dışa vurumudur. (tüketime eşdeğer, onun mikromodeli, tamamıyla işaretlerden oluşan işlevsel bir kent dışı- banliyö tipi alışveriş yeri (zoning) Dahası hipermarket 'tüketim merkezi' olmanın ötesinde bir anlama sahiptir. Burada sergilenen nesneler özgün bir gerçeklikten yoksundur, bir başka deyişle önemli olan onların geleceğe özgü toplumsal ilişki modelini andıran seriler, daireler ve seyirlik şeyler şeklinde düzenlenmiş olmalarıdır.'...

Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon, s: 112-113

zamanın mekansallaştırılması

T.S Eliot Four Quartets şiirinden,

Bilinçli olmak, zaman içinde olmamaktır
Ama ancak zaman içinde hatırlanabilir
Gül bahçesindeki an, yağmurun çardağı dövdüğü an;
Geçmişle ve gelecekle iç içe.
Ancak zaman aracılığıyla fethedilir zaman.

19 Şubat 2008 Salı

VİTRİN (E)

Eğer öyle bir ayrım var ise, vitrin kamusal ile özel’in kesiştiği noktada. Ve eğer işletme özel alan olarak adledilebilir ise, vitrin yalnızca işletmenin müdahale edebildiği ancak önünden geçen herkesin de izlediği ve hatta etkilendiği bir arayüz. İçerde ne vara işaret ediyor. İçerde olanda vitrine yerleşirken dışarıdaki profili pek tabii düşünmek durumunda. Aslında başta mağaza ya da işletmenin kendi reklamını yaptığı bir cam kutu gibi algılanabilir vitrin, ki öyledir. Ancak bulunduğu yere aittir çoğu zaman, o yerden beslenir, dünyanın her yerinde aynı anda aynı vitrin tasarımını kullanan adidas bile zaten en başından nerede dükkanını açacağını bilir, ve bu yüzden oradaki vitrin de oraya aittir. Vitrin ya da vitrinler zinciri semtlerin kent içindeki ya da kentlerin dünya pazarındaki ekonomik, sosyal, kültürel durumuna da işaret ederler. Her semtte vitrinin sokakla, izleyiciyle olan ilişkisi birbirinden farklıdır. Aynı zamanda vitrinde sergilenen ürünün mali değeri de bir uzam olarak vitrinin açıklık kapalılığını etkiler. Balık pazarında ürün açık sergilenmek durumundadır, fakat bir sarrafın ürünlerini açık sergilediğini görmeyiz, ve hatta vitrindeki ürünler sahtedir, ya da kilitli, bazı ürünlerse mal sahibinin tercihi dahilinde açık ya da kapalı sergilenir. Bu açıklık kapalılık durumu nesnenin değeriyle yakından ilgilidir, bu durumda açık vitrinler kamusal mekana daha fazla müdahale ederler ve kamusal mekan kullanıcılarıyla daha fazla ilişki kurarlar diyebilir miyiz? Öznelerin nesnelerle kurduğu ilişkinin yoğunluğu ve biçimi kamusal mekan-zamanın kullanımını etkiler ve Adorno’nun da dediği gibi özne nesne ilişkisi ne mutlak bir birlik, ne de mutlak bir ikilemdir.(Soykan, 1991, s.43) Bu durumda ilişkinin kendi içinde barındırdığı dinamik kamusalı, mekan-zamanlaştırır.

devamı için

Mimarlık Ortamında Kamusal Bulanıklık, Ömer Kanıpak

Kamusal alan, kamusal mekan, bu mekanların üretiminde güdülen ideoloji, başta mimarlar olmak üzere herkesin imar faaliyetleri ve mimarlık üzerindeki kafa karışıklığı, kısaca kamusal bir kakofoniden söz etmek mümkün bu aralar.

“Kamusal Alan” kavramı Türkiye’de gündelik konuşma dilimize yerleşeli çok olmadı, en fazla on yıllık geçmişi vardır. Genellikle Türkçe’de birbirleri yerine kullanılmaya meyilli olduğumuz kamusal alan ve kamusal mekan terimleri aslında özünde Habermas’ın İngilizceye Public Sphere olarak çevrilen Öffentlichkeit kavramı ile ilişkilidir. Türkçe’de ise ‘Kamu’ kelimesi genelde Devlet ile ilişkilendirilmiştir. Meral Özbek’in ifadesi ile [1] “… gündelik konuşmada ‘kamu’ dendiğinde hemen devlet gelir aklımıza; devlet idaresi, organları, kuruluşları, görevlileri ya da etkinlikleri gibi şeyleri, devlete ait ya da devlet kontrolünde yürütülen resmi bir alanı kastederiz. Halbuki, Habermas’ın dediği gibi, kamusal alan herşeyden önce toplumsal yaşamımızda kamuoyunun içinde oluştuğu alandır.”

devamı için